18 Temmuz 2014 Cuma

Biraz Gülelim.. :)

Verimli-Verimsiz emek..!!

 Okuduğum kitaba kendimi öyle bir kaptırmıştım ki, umursamıyordum, etrafımda motorlu bir çetenin elemanları gibi dönüp duran,,, arada bir çıplak yerlerime kıllı bacaklarıyla temaslarda bulunan Kara Sinek'leri.

Sinir katsayılarımın çarpan etkisiyle yükselmesi,,, kitabın ortalarına doğru başladı. Yazar iyi bir girişten sonra çuvallamış ve çuvalların içine bir dünya boktan püsürden şeyler doldurmuş.

Ben okumaktan sıkıldıkca,,, motorlu çetenin elemanları üzerime yaptıkları sortileri sıklaştırıyordu.( aslında birim zamanda yapılan sorti sayısı aynıydı ama ben kitaptan sıkıldığım için yeni fark ediyordum )

Onları caydırmak için yaptığım uçak savar el hareketleri isabetli vuruşlar yapamıyordu. Kendimi tokatladıkça,,, kitabın yazarına küfrediyordum..!

Genelde iki işi bir arada yapabilen insan tipine girmeme rağmen, hem kitap okuyup, hem sineklerle mücadele etmenin zor olacağını fark ettim. Tercih yapmak zorunda bırakılıyordum..

Sinek avlamak ve kitap okumak arasında bir seçim yapsanız hangisini tercih edersiniz..?! Yada  burada ki verimli emek verimsiz emek ayrımı nedir..!?

Benim için şu an sinek avlamanın,,,  okuduğum kitaptan daha faydalı olacağına karar verdim. En azından bundan sonra okuyacağım şeyleri sağlıklı bir ortamda okumak için bunu yapmalıydım.

İlk iş olarak pencereyi kapattım.! Böylece geri dönüşü olmayan amansız bir mücadele başlamıştı... Bu odadan ya onların ölüsü, yada benim keçilerim çıkacaktı.

Motorlu çetenin elemanları aldığım karardan habersiz,,, reisleri olduğunu düşündüğüm,,, diğerlerinden biraz irice, mavimtırak ve yeşilimtırak sineğin etrafına toplanmış,,,, ön ayaklarını birbirlerine sürterek bir şeyler anlatıyordu.

 İlk işim tam sayılarını hesaplamak oldu.... Kurabiye tabağında iki tane,,, çay fincanının üstünde ( ama içine doğru ilerlemeye hazırlık yapan ) bir tane,,, arka koltukta ve perdede birer tane,,, havada keşif gezisi yapan bir tane ve benden iki kol boyu uzaklıkta ince ince beni kesen reisle birlikte tam 7 tane saydım.

 Bu arsız 7 hayduda karşı ellerimle baş edemeyeceğimi düşünüp kendime uygun bir silah aradım. Gözüme yazı masamın yaslandığı duvara, orijinalliğini bozmadan yapıştırdığım,,,, altında şablon harflerle 'İmdat Çekici'  yazılı olan sapı kırmızı plastik, ucu demir, çekiç ilişti. ( İstanbul'a giderken bir Doğu Karadeniz otobüsünden muavine çaktırmadan çalmak için bayağı zorlanmıştım... Bir gün bu çekice ihtiyacım olacağını biliyordum.... Çünkü o bir ' İmdat Çekici ' idi..

 Odanın ortasından ayağıma takılacak şeyleri sandalye sehpa vs.. kaldırdım. Çekici elime aldım ve   Zagor Tenay gibi Ahhyakkk diye bir nâra attım. Baltalı ilahın bu nârasından ürken 7 haydut ( motorlu çete) değişik yönlere doğru taklalar atarak uçtular.
 Cama konan bir tanesi silah olarak çekici kullanamayacağımı fark etmemi sağladı. Daha yumuşak bir şey ararken gözüm kırlente takıldı... Elimde kırlent,, sinsilik,, sessizlik... ve hızlılık isteyen operasyona başladım.!

 İlk vuruşum koltuğun üstüne oldu. Başarılıydı.... Ancak iki yumuşak cisim arasında kalan düşman yaralanmış ama ölmemişti... Halının üzerinde kısa bir baygınlıktan sonra tekrar havalandı.
 İkincisi perdeye konan reisi hedef aldı. Kırlenti bırakıp ellerim boşlukta birbirine paralel,,, karate darbesi yapmaya hazır biçimde ona yaklaştım.
 Reis çift elli tek sesli bir vuruş yapacağımı zannetti.. sol gösterip sağ elimle bir pençe attım...!
 Kahretsin..!!
Orta parmağım ona çarptı ve avucumun içine alamadan reis kaçtı. bu arada bir çete elemanı kulağımın içine doğru bir sorti yaptı. Seri bir hareketle önce kafamı yana çekip sonra sağ kolumla o yöne doğru bir tokat attım. Sert bir tokattı.. bir de duvardan yedi yere düştü. Yarı canlıydı.. yakaladım ve onu arkadaşlarına karşı koz olarak kullanmak için üstünü cam bardakla kapattım. Şimdi bir esirim vardı.

 Sonraki dakikalar yoğun bir mücadeleyle geçti. 10 dakika sonra yorulmuştum. ellerimse kızarmış durumdaydı. Karşı cephede 1 esir, 2 ölü, ve hâlâ havada gezinen 4 tane daha kara sinek vardı. Bu işi kökünden halletmeye kararlıydım. Pek adil değildi biliyorum.... Kimyasal silah kullandım.!

 Sonrada sinek avlamanın boş bir iş olmadığına dair kendimi ikna etmek için oturdum bunları yazdım.


Not; Bu yazı tarafımdan 1992 yılında sarı saman kağıda el yazısıyla yazılmıştır.   Marx 'ın emek değer teorisinde deki verimli-verimsiz emek ayrımını tartışırken öğrenci sohbetlerinde çokça kullanılmıştır :)

Beklemek..!!??


BEKLEMEK..!

Uyandığında hatırladığı tek şey, dün gece O'nu BEKLERKEN uyumamak için ikide bir yüzünü yıkadığıydı.
Başı ağrıyordu. Dudakları,  sonbahar akşamlarının ılık rüzgarlarıyla havaya kalkıp inen yapraklar gibi suya hasretti.
Kalktı.
Bir bardak suyun kendisini tatmin etmeyeceğini düşünerek, sürahiyi kafasına dikti.
Saatine baktı, durmuştu..!

Dışarıda hafif bir yağmur başlamıştı. Kar'ın üzerine yağan yağmurun iç açıcı olmadığını düşündü. Yağmur bu sefer kenti temizlemek için değil sonsuz beyazlığı kirletmek için yağıyordu..
Üşüyordu..

İçini ısıtmak için kahve yaptı.
Saatine baktı, durduğunu unutmuştu..

Kendisi evde yokken gelir ve evde kimseyi bulamaz korkusuyla dışarı çıkmıyordu..
Ya gelir ve kapıyı açan kimse olmayınca geri dönerse..!!

Evde olduğu sürece iki kere kapı çalınmıştı. Birincisinde zile yanlışlıkla basılmıştı. ( bu sıkça oluyordu, apartman kapısının kilitli olması buna sebep di) Diğeri  ise postacının haberini veriyordu..!

Postacı bir kart getirmişti, bir de telgraf. Telgrafı korkuyla karışık bir heyecanla bir solukta okudu. Oh.. kötü bir haber yoktu. Evde telefon olmadığından başka şehirlerden haber gönderenler zamana karşı yarışta kazanmak için bu yöntemi kullanıyordu. Yılbaşı için Ankara'ya davetliydi. Ayrıntılı bilgi için telefon etmek gerekiyordu. Ama telefon etmek için bile dışarı çıkamıyordu..!

Ya gelir ve kapıyı açan kimse olmayınca geri dönerse..!

Kart'ta ise uzun zamandır görmediği bir arkadaşının iyi niyet dilekleri yazılıydı.. ve ' Mutlu Yıllar ' ile ifade edilmişti.
  Aklına, 'yeni yıla nasıl girilirse, o yıl hep öyle geçer ' cümlesi geldi. Güldü. Bir yıl daha BEKLEMEKLE Mİ geçecekti.!?
  Takvim 31 aralığı gösteriyordu. Dün gelmesi gerekirdi. Gelmedi.
  Gecikebilirim demişti.. ama mutlaka yeni yıla birlikte gireceğiz.( yeni yıla nasıl girilirse o yıl hep öyle geçer)

Bir kahve daha yapmak için mutfağa gitti. Çaydanlıkta ısınan suyu BEKLEMEYE başladı. Ama suyun ısınması gecikiyordu. Aklına küçükken annesinin söylediği bir laf geldi.
Ihlamur çayını ısıtmak için  hep başında beklerdi ve annesi ona ''BEKLERSEN kaynamaz '' derdi.
Su kaynadı..
Ama BEKLENEN gelmemişti..
Geçen her saatte özlemin yerini merak alıyordu..!

Başka şeylerle uğraşmaya koyuldu, bu kendisini rahatlatıyordu.

Kitaplığı karıştırdı. Sevdiği romanlardan altı çizili yerleri okudu..
Kahramanlar sadece romanlarda olmaz, gerçek hayatta da olur diye düşündü..

ve Ölümden korkmadığını bir kez daha,, ama bu sefer bağırarak söyledi.!

Çocukluk fotoğraflarına bakarken bir kez daha gülümsedi. Üstündeki bayram kıyafetiyle kendisini cüce bir palyaçoya benzetiyordu. ( Ayakkabıları ve giysileri bir yıl sonrada giyilebilsin diye hep büyük alınırdı )
Büyümenin güzel taraflarından biri de ayağına göre ayakkabı giymek diye düşündü.
Bir süre sonra fotoğraflara bakmaktan sıkıldı. Hafif bir şarkı tutturdu.. olmadı. Çok zorlamaydı.

 Eline bir dergi alıp BEKLEME salonuna geçti. Cam kenarındaki yeri hâlâ boştu ve BEKLENEN gelmemişti. Yolu en iyi bu camın kenarından görüyordu.. o yüzden bu odaya  BEKLEME salonu diyordu.

BEKLEME salonu tanıdıktı.. BEKLERKEN düşündükleri de..!

En son görüşmelerinden beri yıllar geçmiş gibiydi.
İlk karşılaşma nasıl olacaktı, ilk söz.. ilk gülücük ne zaman gelecekti. Sarılacak mıydı.. yoksa iş görüşmesine gelmiş bir eleman ürkekliğiyle çekingen bir merhaba deyip , oturmak için ter gösterilmesini mi bekleyecekti.. Akşam birlikte mi yatacaklardı, yoksa ayrı odalarda yatan iki otel müşterisi gibi havadan sudan konuşup BEKLEME salonunda televizyon mu seyredeceklerdi..
  Bunları düşünmek canının sıkıntısını biraz daha artırıyordu.
  Düşüncelerini dağıtmak için her zaman yaptığı yöntemi kullandı. Bu sefer, cumhurbaşkanını bir porno yıldızı gibi düşünüp gülmek yerine, Meclis başkanlığına Yıldo'nun getirildiğini ve 'İllet'vekilleri'nin kavga etmeyi bırakıp batan ülkenin ardından kıçlarına kına yaktığını düşündü.

Kısa bir sürede olsa düşünceleri dağılmıştı.. bekleme salonundan çıkıp restaurant'a gitti. Garson ortalarda yoktu, yemekler daha çıkmamıştı ama ızgara yapılabilirdi. Dışarıda kesilmeyi BEKLEYEN koyunlar vardı. Koyunlar BEKLEDİĞİ  sürece, kurtlar onları şiş yapacak hatta etinden ve sütünden de yararlanacaktı.
 Çizginin koyunlar tarafında olduğu için ızgara istemedi.
 Hem bu restaurantta ne ilginçti. Hem selfservis, hem de yiyeceğin şeyi git marketten kendin aldı .

Dışarı çıkmak için sebepleri artıyordu. Telefon.. açlık..!

Ama ya bu arada gelirde kapıyı açan kimse olmayınca geri dönerse..!

Tekrar BEKLEME salonuna döndü. Öğleden sonraydı. BEKLENEN gelmemişti.
Yağmur şiddetini artırmış ve azalıp artan bir ritm yakalamıştı.

BEKLENE'NİN.. BEKLENDİĞİNİ.. BEKLEMEDİĞİNİ düşündü. Aksi olsa BEKLETMEZDİ.

 Eskiden gittiği tilki BEK'LERİNİ düşündü. Tilkilerin kurtulamama nedeni BEKLENDİKLERİNİ, BEKLEMEDİKLERİNDEN Dİ.. Aksi olsa oraya hiç gitmez ve avcıları büyük bir keyifle BEKLETİRLERDİ.

İnsanların BEKLEMELERİNİN.. BEKLENTİLERİNİN olmayışından kaynaklandığını düşündü. Aksi olsa BEKLENTİLERİNE ulaşmak için BEKLEMEKTEN vazgeçer ve yeter artık.. Haklarımızı vermenizi BEKLEMİYORUZ.. onları almak için savaşacağız.. derlerdi..!!

 Son söyledikleri kafasında bir ala doğan gibi döndü.. döndü.. döndü..

 BEKLEME salonunda gözlerini yola dikmiş kendisini düşündü.

Ani bir hareketle yerinden kalkıp dışarı çıktı,
Telefon etmesi gerekiyordu ve karnı açtı..............

NOT: Bu yazıyı eskilerin olduğu sandığı düzenlerken buldum. Üniversite 2. sınıfta 18 yaşındayken yazmışım. Eski yazılar eski fotoğraflar gibidir.. dönemin saçlarını ve kıyafetlerini eski fotoğraflarda görebilirsin.. eski yazılarda da cep telefonu olmayan bir dönemde hızlı iletişim kuramayan insanların duygu ve düşüncelerini...